Bu Blogda Ara

29 Mayıs 2012 Salı

Matrix Gerçek Olabilir mi (Kuantum)

Merak işte... İnsan düşünmeden edemiyor, matrixde anlatılanların sırf bilim kurgu olmadığını düşünüyordum, düşünüyorduk, ancak gerçekle bu kadar doğrudan ilişkili olabileceği aklıma gelmemişti. Şimdi ne alakası var diye düşünmeyin. Dünya dediğimiz şey, gerçek dediğimiz şey nedir? yaşam dediğimiz şey... Hepsi algılarımız beyin de işlenmesi sonucu DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ şeyler... Yani beynimizin oluşturduğu şeyler. Beynimiz belli şekilde çalışmaya programlanmış, yani beynimiz FİLTRELİ, yani biz etrafımızda var olan ya da var olabilme ihtimali olan başka bir gerçeklik olsa bile göremeyiz. Düşünsenize... Sadece varolduğunu sandığımız şu gerçeklikte bile herşeyi GÖREMEDİĞİMİZİ, herşeyi İŞİTEMEDİĞİMİZİ, herşeye DOKUNAMADIĞIMIZI biliyoruz. Çünkü gözümüz belli frekanstaki ışığı görür, kulağımız belli frekanstaki sesleri işitir, tenimiz belli formdaki (katı sıvı) şeyleri hisseder. Böyleyken bile yani bu gerçeklikle düşündüğümüzde bile göremediğimiz işitemediğimiz dokunmadığımız şeyler varken, yani dünyayı bu gerçekliği tam algılayamamışken, sadece belli şeyleri yorumlamaya PROGRAMLANMIŞ beynimizle algılamadığımız, algılayamadığımız gerçeklikler vardır. Beynimizdeki ÖN YARGIYI, FİLTREYİ, PROGRAMI kaldırabilirsek aslında bambaşka bir dünyaya, gerçekliğe geçebilir miyiz? Matrixxx.... Neden olmasın, Kuantum da böyle olabileceğini söyler. Yani aslında yaşadığımız şeyler beynimiz OLUŞTURUR. Yani beynimiz görebileceğimiz her şeyi belirler. Şöyle bir hikaye varmış, Eski çağlarda bir adada yaşayan yerliler varmış, bunların adalarına saldırıya gelen korsanlar, fakat yerliler daha önce hiç gemi görmediklerinde, yani onların gerçekliğinde gemi diye bir şey olmadığından (!), gemi denen şeyin varlığından haberdar olmadıklarında ufuktaki gemileri göremiyorlarmış. ancak kıyıdaki dalgalanmaları görebiliyorlarmış Bunların liderleri de bu durumdan şüphelenmiş tabi, günlerce kıyıdan ufka doğru bakmış, incelemiş, düşünmüş ve sonunda gemileri görmüş. Gemiler gördükten sonra, diğer yerlilere anlatmış, onlar da liderlerine inandıkları güvendikleri için gemiler görmeye başlamışlar ve korsanlara karşı tedbir almışlar. Bu örnekle sanırım anlatmak istediğim şeyi biraz da olsa anlamaya başladınız. Kuantum dünyasi bizim düşündüğümüz fiziksel evrenin, gerçekliğin kurallarının sadece kısıtlı şartlarda geçerli olduğunu söyler. Yani aslında madde denen şeyin en basit tanımıyla ifade ettiğimiz gibi belli bir hacmi ve kütlesi olan şey olmadığını, yani işin temeline yani maddecik boyutuna indiğimizde,  maddenin tamamen BOŞLUK olduğunu, maddenin atomlardan ve bu atomların da çekirdek ve etrafındaki elektronlardan oluştuğunu, aslında hacim denilen şeyin çok çok küçük olduğunu söyler. yani hacmi yok (hatta kütlesinin de bir gelip bir gittiğini) olduğunu söyler. Aslında aynı anda birden fazla yerde olduğunu olduğunu, yani olabileceği yerlerin olasılıkların hepsinde aynı anda olduğunu ve  biz baktığımız da sadece bir yeri olabileceği yeri seçtiğini söyler. Bu kısımlar biraz karmaşıklaşmaya başladı, burayı geçelim vee çok çok ilginç bişeyden bahsedelim. Evet aslında hiçbir şeye dokunmadığımız!!!! Evet evet aslında hiç birşeye bizim düşündüğümüz anlamda temas etmiyoruz, edemeyiz. Çok ilginç değil mi sevgilimizin elini tuttuğumuzu sanıyoruz ama sadece ve sadece çok yaklaşabiliyoruz.Aslında bir anlamda güzel de sevgiliniz hiç kimsenin elini tutamaz tutmamıştır da :). Açıklaması çok basit aslında demin demiştik madde atomlardan atomlar da merkezde çekirdek ve etrafında elektronlardan !!!!! oluşur, Hepsi mi? Evet bütün atomlar, sen ben ... Bunu zaten herkes biliyor, eee, herşeyin etrafında elektron varsa elektronlar birbirlerini iterler yapışamazlar ki !!! üst üste gelemezler ki zaten sürekli bir hareket devinim halindeler. Diğer ilginç bir konu da eğer düşündüğümüzden ya da sandığımızdan başka bir dünyanın başka bir gerçekliğin varlığına inandıysak, şuanki gerçekliğin de aslında gerçek olmadığını ya da olamayabileceğini düşünüyoruzdur, peki bu sandığımız gerçekliği yani gördüğümüz şeyi herkes AYNI mı görür!!!. Yani hani derler ya" bizim dünyayı algılayış biçimimiz farklı". Ben gerçekten de öyle olduğuna inanıyorum . Şöyle güzel bir söz var ya "Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan sokaklardan, dağ ve ovalardan geç. Hüznü, acıyı ve neşeyi tad. Benim geçtiğim senelerden geç benim takıldığım taşlara takıl, yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git, Benim gittiğim gibi !! Ancak ondan  sonra beni yargılayabilirsin!!!" Ben de şöyle diyorum benimle aynı şey algıladığını anlaman için önce benim nasıl algıladığımı bilmelisin, yani dünyaya benim gözlerimden bakmalı, benim sinir yollarımı kullanmalı ve en önemlisi benim BEYNİMle algılamalısın. ancak o o zaman aynı şeyi görüyoruz diyebiliriz. ki hatta yukarıdaki gibi benim yaşadıklarımı da yaşamış olmalısın çünkü beyin olayları şekilleri yorumlarken geçmişten anılardan önceki görüntüler ya da seslerden de faydalanır. Gerçekten tuhaf değil mi aynı şeye bakıyoruz, aynı şeye deniz diyoruz mavi diyoruz ama ben başka bir şey sen başka bir şey görüyorsun. İnsanların olaylara başka tepkiler göstermesinin de en önemli sebeplerinden biri bu bence algılarımız, algılama biçimimiz. Ama böyle olmasının yani dünyayı beynimizin algılamasın yorumlamasının yani OLUŞTURMASININ güzel sonuçları da var. O zaman onu yönetebiliriz dee... Yani eğer dünyayı beynimiz şekillendiriyosa çünkü herşeyi beynimiz algılıyor ve yorumluyor, aslında kendi gerçekliğinde olabileceklerden birini seçiyor. Eğer öyleyse biz kendi dünyamızı algılayabiliriz. Aslında demek istediğim şu, bir aralar baya gündeme gelen olumlu düşünme, olumlu düşünmenin Pozitif yaklaşımın yaşama kolaylaştırdığı mutluluğu artırdığıyla iligli bir görüş vardı. Bu mana da düşünürsek bu görüşün de gerçekliği ispatlanmış oluyor. Dedik ya beynimiz filtreli sadece algılayabileceği şeyleri yorumluyor, beynimiz programlayabiliriz. sürekli olumlu düşünceyle olayların olumlu olmasını, aslında sadece bizim olumlu algılamamızı ve daha mutlu olmayı  başabiliriz. Konuyu daha fazla uzatmadan burada bitiriyorum. Meraklı kalın...

NKARAOGLAN

3 Mayıs 2012 Perşembe

Zaman Yolcuğu

Gene merak... Insan zamanda yolculuk yapabilir mi? Ya da zamanda yolculuk mümkün müdür? İlk önce geçmişe yolculuktan bahsedelim. Bu konuyla ilgili bazı teoriler var, ancak geçmişe yolculuk bazı paradokslardan ötürü imkansız görülmektedir. Bu paradoksları internette rahatça bulabilirsiniz. Bu paradokslara karşıt olarak paralel evrenlerden falan bahsedilir. Biraz karmaşık olması dolayısıyla ve geçmişe yolculuğun yöntemlerinin geleceğe yolculuğun yöntemlerine göre anlaşılması daha güç olması nedeniyle bu konuyu geçiyorum. Ya geleceğe yolculuk? Geleceğe yolculuk mümkün. Einstein'in zaman için benzetmesini göz önüne alırsak, bunun böyle olması da normal görünüyor. Einstein zamanı bir nehre benzetiyor. Tek taraflı akan, zaman zaman yavaşlayan, zaman zaman hızlanan ama tek yönlü bir nehir. Einstein'a göre zamanı bükmek yani zamanın doğal akışından çıkmak, iki yolla mümkün, madde ve hız... Evet büyük kütllelerin (burada çok büyük devasa kütlelerden bahsediliyor) civarında zamanın yavaşladığını söylüyor. (Alıntı : büyük kütleli cisimler uzay-zamanı bükerler. bükülmüş uzay-zamanda ışığın yolu değişime uğrar ve böylece zaman bu cisimlerin yanında diğer yerler göre daha yavaş akar. ışığın bile kaçamayacağı kadar uzay-zamanı büken karadeliklerde ise zaman durur) Yani eğer dünya dışında çok büyük bir kütlenin civarına yolculuk yapılabilseydi ve diyelim ki burada da zaman dünyadakinin 20'de 1'i olsa, burada geçireceğimiz 5 yıl sonunda dünyaya geldiğimizde 100 yıl geçmiş, dolayısıyla zamanda ileri doğru gitmiş olabiliriz. Diğer bir konu da hız... Bu ispatlanmış da bir konu. (Mesela bir örnek ;Amerikalı bilim adamları, atomun titreşimlerini ölçebilen yüz defa daha hassas iki süper atomik saatle yaptıkları bir deneyle, yer çekiminden uzaklaştıkça zamanın daha çabuk geçtiğini kanıtladı. ) Kısaca şöyle özetleyebiliriz bunu "Hızınız arttıkça zamanınız yavaşlar". Yani Ne kadar hızlı hareket ederseniz, zamanda o kadar ileriye gidebilirsiniz demektir. Eğer ışık hızına ulaşabilirseniz ki bunun şuan için mümkün olmadığını biliyoruz, zaman duracaktır. Limite ulaşmış olacaksınız ve zaman kavramının dışına çıkacaksınız. Bunu Step hen Hawking şöyle güzel örneklemişti: Ekvatordan geçtiğini varsayacağımız bir tren yolu inşa edilmiş olsun ve bu raylar üzerinde çok büyük hızla hareket eden bir tren olsun.  Tren yolcularını alıp ekvatorda çok büyük hızlarla (ışık hızı olması gerekli değil!!!) hareket etsin. Diyelim içeridekilere göre!!! 5 yıl geçmiş olsun, Tren durup indiklerinde dışarıdaki zamanın çok daha fazla mesela 15 sene geçmiş olduğunu göreceklerdir. Yukarıda dediğimiz gibi hızınız arttıkça zaman sizin için yavaşlayacaktır. Böylece sizin dışınızdaki zamanın ilerisine gitmiş olacaksınız. Bunlar kanıtlanmış şeyler, yüksek hassasiyetli (atomik) saatlerle yapılan deneylerde, uçakta hareket eden saatlerin geride kaldığı görülmüştür.

NKARAOGLAN

Yedek Subay Olmak (Asteğmen - Nasıl Askerlik?)

Merak edenlere yazıyorum, henüz askerliğini yapmamış olanlara ya da askerliğini yapıp da kaç çeşit askerlik var, nasıldır bilmeyenler için yazıyorum. Ben askerliğimi yedek subay olarak yaptım, bu nedenle bütün askerlik tiplerini görme yakından, yaşayarak ve müdahil olarak görme şansım oldu. Eğer sıkılmayacak sanız önce kendi askerliğimi, yedek subaylığı, nasıl olduğunu, artıları ve eksilerini anlatayım. Bir kere 4 Yıllık üniversite bitirdiyseniz zaten Yedek Subay adayı olarak kabul ediliyorsunuz. Üniversiteden sonra 2 yıl erteleme (tecil) hakkınız var. Herhangi bir mazeret göstermek göstermeksizin. bir yıl da 3 dönem alınıyor yedek subay adayları Nisan (Benim gittiğim dönem), Ağustos ve Aralık dönemi. Bu ayların 1'inde benim ve herkesin öyle tahmin ettiği YALANDAN bir sınav yapılıyor. Yani yapılan bu sınavın dikkate alınmadığı tahmin ediliyor. Ayın 1'inden itibaren Asker kabul ediliyorsunuz. Yani düğmenizi koparmak 6 aydan başlıyor :). Ayın 9'unda saat gece 12:00'de nereye gideceğiniz ve ne olarak asker olacağınız açıklanıyor. Yedek subay mı, kısa dönem er mi? Daha sonra 2 gün içinde yani ayın 12'sinde mesai bitimine kadar birliğinize dahil olmanız gerekiyor. Yedek subay olduktan sonra 3 ay ( bizdeki öyleydi, piyade için ama diğer kısımlar için (jandarma, veteriner, doktor vs için değişir) acemilik dönemi başlıyor. Çok ayrıntıya girmeyeceğim şimdi ama bu 3 ay çok yoğun geçecek sizi 3 ayda subay yapacaklar, gerekli bütün askeri donanımı ve fiziksel kuvveti kazandıracaklar. Sonra derece girerseniz yani başarılı olanların %10'u arasındaysanız kendi gideceğiniz yani 8.5 ay geçireceğiniz yeri seçebiliyorsunuz. Takım Komutanı olarak görev yapıyorsunuz. Yedek Subaylık aslında güzel bir askerlik ama hep derler zaten duyacaksınız "Nerede askerlik yaptığınız değil kiminle çalıştığınız önemlidir". Bu nedenle çalıştığınız insanlar iyiyse, subay olarak görev yapmak gerçekten ayrıcalıklı ve zevkli bir askerlik. Ama her şeye rağmen yapacak işleri olan sorumlulukları olan, işi gücü olan, ülkesine faydalı işler yapmak için zamanı çok kıymetli olan insanlar için 12 ay gerçekten uzun bir zaman. Burada da ülkene faydalı oluyorsunuz, hizmet ediyorsunuz belki de hizmetlerin en kutsalı, zaten ban göre herkes bunu yaşamalı, bu ortamı, bu zamanı ancak zamanı bence yetişmiş insanların yani az önce saydığım insanlar için uzun. Hem bu işi gerçekten layıkıyla yapacak, hem paraya ihtiyacı olan bir çok yedek subay adayı da var onlara bu şans verilmediğinden kısa dönem olarak yapıyorlar, bence onlara da şans verilmeli. Neyse gelelim asıl konuya konuya nasıl askerlik? Aslında bu konunun büyük bir kısmını anlatmış olduk, yedek subay ve kısa dönemden bahsederken. Yedek subaylık dediğim gibi içlerinde belki en zoru ve en rahatı. sorumluluklarınız büyük ama emir aldığınız, ilk rütbe büyük ihtimalle Bölük Komutanı ve Üsteğmen'den başlıyor. Bu emir altında olmaya alışık olmayan insanlar için büyük bir avantaj. Emir almadığınız Sizin altınızda Uzman Erbaşlar ve Astsubaylar var. Bunun dışında emir veriyorsunuz. Bu benim için çok önemli bir avantaj değil zaten emir vermeyi de almayı da sevmedim hiç ama yapmanız gerekiyor. Askerleriniz sizin makamınız ve askerlikle ilgili her türlü emri yerine getirmek zorunda. Kısa dönem askerlere çok fazla sorumluluk verilmez. Onlar da erlere göre biraz daha rahattır. Çoğunlukla onbaşı ve çavuş rütbesi alırlar zaten. 6 dediğiniz nedir ki zaten 1 yıla göre. Göz açıp kapayana kadar geçer. Normal askerlik yani 15 ay er. En zoru da bu kardeşlerimizin. Sonunda sadece vatana hizmet etmiş olmak lütfuyla 15 ay vatan için çalışırlar, hiçbir rütbe olmadan, hiçbir hediye olmadan. Benim henüz askere gitmemiş kardeşlerimizden ricam imkanları, fırsatları varsa üniversiteyi okumak 15 ay hem uzun hem de meşşakatli bir zaman. Bu arada zaten herkesin ne imkanı ne de fırsatı olabildiğinden, bazılarımız da normal askerlik yapmak zorunda, zaten onlara da ihtiyacımız var. Ama en güzeli her işte olduğu gibi önemli olan görevimizi layıkıyla ve dürüstlükle bitirebilmek.